2 Mayıs 2012 Çarşamba

Felsefenin Sonu mu ? Sizler için Araştırdım

Yıllardır çesitli filozoflar felsefenin sonunu ilan etmekteler. Bu, tarihsel bilincin gelismesinin bitisinin Hegel’in sistemi olduğunu iddia eden Hegelcileri de kapsar. Eğer felsefe mutlak Geist’ın tarihinin sergisi olarak belirlenirse, felsefe Hegel’in çalısmasında (Geist’ın) kendi kendini sergilemesiyle sonlanır. Felsefeyi dünyayı kavramak için sadece bir girisim olarak belirlersek, Marksistler de felsefenin sonlanmakta olduğunu iddia ederler. Söylendiği üzere, felsefe dünya içinde insanoğlunun yerini bulmak için onu yorumlamayı arastırmaktadır. Ama amaç, gerçek insan özgürlüğüne bir yer olusturmak için dünyayı değistirmektir. Martin Heidegger’de felsefenin sonlanmakta olduğunu söylemekte; gerçekten bazı yazılarının son çevirisi Felsefenin Sonu1 baslığını tasır.

Heidegger’e göre felsefe, Platon ile baslayan ve Nietzsche ile sonlanan öznel metafiziksel düsünmeyle özdestir. Bu çesit bir düsünmenin, tüm varlıkların daha fazla Güç için insanoğlunun dürtüsünü arttıran yeteneklerine göre değerlendirildiği teknolojik bir dünyayı mümkün kıldığı söylenir. Bir kere öznel düsünmeyi insanoğlu için tüm seylerin ölçüsü hâline getirmek mümkün olursa, öznel düsünme (Heidegger’de felsefe) baska gelisme olanaklarına sahip değildir. Bu makalede, felsefenin sonunu iki sekilde (her ikisi de teknolojik kültür ile iliskisinde) ele alacağım. Dlk olarak, daha detaylı bir biçimde Heidegger’in felsefenin sonu ile ne ima ettiğini ve bu felsefenin teknolojik kültüre nasıl neden olduğunu düsüneceğim. Dkinci olarak, felsefenin bir kültür elestirisi olarak anlasılabileceğini ve teknolojik kültürün elestiri ya da düsüncede bir yere sahip olmadığını göstermeye çalısacağım. Bu nedenle, profesyonel felsefe, çoğunlukla kendisinde teknik bir disiplin hâline gelmekte; kültürel bir kurum olarak felsefe, kültürünün taleplerini yansıtır hâle gelmektedir.

Heidegger’in felsefenin sonu tartısmaları sonraki yazılarına yayılmıstır, fakat onlar (tartısmalar), onun genis Nietzsche2 çalısmasının ikinci cildinde göze çarpan bir sekilde önemli bir rol oynarlar. Burada, o (Heidegger) felsefe tarihinin yönünün kaçırıldığını ve böylece temel metafizik olanaklarının bitirildiğini iddia eder.3 Böyle bir iddiaya ilktepki, onun saçma olduğunu söylemek olabilir, çünkü –Kant döneminden bu yana ve özellikle son zamanlarda metafiziksel düsünme saldırı altında olmasına rağmen- metafizik, “ölümden geri dönmektedir.” Hatta bugün bile, metafizikçi olarak düsünülen ve yeni “sistemin” yarın ne ortaya çıkaracağını söyleyen kisiler vardır. Fakat Heidegger metafizik yazıların görünmeye devam edeceğini reddetmez; onun isaret etmek istediği sudur: burada artık, (onun felsefeyle bir tuttuğu) metafizik ile farkına varılan herhangi temel olanakların kalmadığıdır.4 Hegel ve Nietzsche’nin metafiziksel düsünmeyi mantıksal sonuca getirdikleri/tasıdıkları söylenir; çağdas metafizikçiler sadece varolan kartları karıstırırlar. Heidegger’in, Hegel ve Nietzsche’nin metafiziğin olanaklarını tükettiğinisöylediklerinde ne ima ettiğini kısaca inceleyelim.
Öncelikle, metafiziğin (felsefenin) Heidegger’e göre felsefe öncesi olan sadece Pre-Sokratiklerle değil fakat aynı zamanda Platon ile basladığına Heidegger’in inandığına dikkat etmeliyiz. Çünkü Platon Pre-Sokratik varlık görüsünü (kendi kendine meydana çıkan ve kendi kendini geçindiren “var olan” olarak) öznelciliğin ilk formuna dönüstürdü.

Felsefe bu öznelci dönüs ile tam/doğru baslar. Felsefe tarihi insanoğlunun mutlak gerçeklik ölçütünü ve tüm var olanların değerini, kendi projelerini ve arzularını gerçeklestirerekkendini nasıl sonlandırdığının hikayesi olan öznelciliğin parlak basarısının tarihidir. Heidegger’in tartısmalı Platon yorumu, Platon’un ilk filozof (öznelci düsünür)olduğunu söyler çünkü o, Formların (mutlak Varlık) açığa çıkmasını onları gözlemleyenin bu formları nasıl algıladığına bağlar.5 O zamandan beri, felsefe sadece Varlık olarak Varlık’la değil, fakat aynı zamanda varlıklarla ve özellikle de bir varlıkla, insanla ve insanın varlıklarla nasıl ilgilendiğiyle de ilgilenir.

Descartes’ın düsüncesi modern öznelcilik için çok önemlidir, fakat onun basardığı sey, sadece Platon tarafından açılan bir ufuk ile olanaklıdır. Descartes’ın basarısı, insanı tüm seylerin gerçekliğini ve hakikatini sorgulayan mutlak ölçüt, Özne, ego cogito yapmasıdır.Descartes, insan Doğa’nın sahibi ve efendisi hâline geldiğinde ve gerçekten özerk olduğunda, süphe edilemez yargıların olusması için mutlak kesin bir temel kesfetmesi gerektiğini gösterir. Özne’nin kendi kesinliğine sağlam temel olmasını ve tüm yargıların kendi geçerlilikleri açısından değerlendirilmesi gerektirildiği ölçütünün açığa çıkartılmasına neden olan sey, Descartes’ın dahasıdır. Bizler Descartes’ın düsüncesinin sonuçlarına alıskınız. Dünya aslında matematiksel bir alan olarak gözlemlenebilir hâlegelir. Gerçek olan sey, bilinebilir seydir; bilinebilen sey de, açık, seçik ve kesinlikle bilinebilendir; ve sadece matematiksel olan bu sekilde bilinebilir. Tabi ki, bilinebilen sey denetlenebilen seydir. Descartes, evreni kendi isteklerimize göre düzenlenmis ya da sunulmus bir alan olarak gözlemleme olanaklarını açar. Bilgi Gücü getirir. Heidegger
Descartes’ın felsefesinin sunları basardığını söyler:

Bir bütün olarak varlık ve tüm seylerin bilinci, tüm kesinliğin sağlam bir temeli olarak insan öznelliğinin kendi bilinçliliğine yol gösterir. Gerçeğin hakikati bundan böyle özne vasıtasıyla anlasılan ve onun için atılan ve ona karsı ertelenen sey gibi nesnellik olarak belirlenir. Gerçekliğin hakikati, önümüzde hazır/mevcut olanın (Vorgestelltheit)aracılığı ve Özne’nin ortaya çıkısı içindir. Heidegger’e göre, Kartezyen düsüncesinde insan hâlâ bir yaratılan olduğu sürece tam olmayan Descartes’ın öznelciliğinin olanaklarını gerçeklestirmeyi arastırdı. Fakat Hegel insanı tanrı-benzeri olarak yorumlar. Dnsanın entelektüel gücü artık sonlu yaratığınki gibi değildir; aslında insan daha çok kendisini mutlak Geist’ın kendi kendisini açığa çıkardığı bir yer (alet) olarak görür. Dnsan, kendi bilinçliliği basarma sürecindeki bir Evren’dir. Dnsan tüm seylerin merkezi hâline gelir ve tüm seyler, bilinçliliğin tarihsel gelismesine nasıl uyduğuna göre yorumlanır ve açık bir sekilde ifade edilir. Fakat Heidegger’in ifade ettiğine göre, Hegel’in düsüncesi -hatta o, bir anlamda öznelciliği bir sona götürmesine rağmen- öznelci düsüncenin olanaklarını tüketmez, çünkü Hegel’in düsüncesi temel olarak reflektif/yansıtıcıdır (Marx’ın daha iyi bir sekilde gösterdiği üzere). O (Hegel’in düsüncesi) öznelciliğin mantıksal sürecini (metafizik ve felsefe) tamamlamak için Nietzsche’nin Güç Dsteminin öznelciliğine gereksinim duyar.

Heidegger’e göre, Nietzsche varlıkların sadece insanın Gücü’nü arttırma için değerli olduğu anlamında “gerçek” (geçerli, anlamlı) olduğunu iddia eder. Descartes’ın düsüncesinin sadece en uzak anlatımı olan Nietzsche’nin düsüncesi, insanın kendi ihtiyaçlarını mutlak olarak yorumladığı çağa girdiğini belirtir ve bütün Evrene bu ihtiyaçların doyumunda tüketilmesi gereken ham bir madde olarak bakar. Heidegger, Nietzsche ve Modern Çağla ilgili olarak sunları söyler:

Öznellik, sadece her sınırdan sınırsız değildir; simdi o, her çesit sınırlandırma ve hudut çizmeye göre düzenlenir. Öznenin öznelliği sadece varlık içindeki insanın pozisyonunu ve özünü değistirmez. Tersine bir bütün olarak varlık zaten öznenin kaynağını aldığı sey vasıtasıyla, varlığın hakikati vasıtasıyla diğer durumu deneyimlemektedir.

Böylece modern insan tarihi sadece yeni “bağlamlar” ve eylem alanları ile değil, insanvarlığının Özne’ye dönüsümü ile kavranır, çünkü tarihin yönü kendi kendine farklı bir sey hâline gelir. Açıkça, her sey sadece gizlenmemis bir dünya, arastırılan bir dünya, açıklanan bir dünya, düzenlenen bir dünya ve insanoğlunun kendi kendisini açtığı ve açmanın sonucu olarak kendi kendini yaydığı ve donuklastırdığı ve özünü kaybettiği, egemen olunan bir dünyadır. Fakat böylece hakikatte ilk olarak insanlığın kosulsuz öznelliğinin belirlenmesine göre temel özellikleri çizilir.
Modern çağın mutlak öznelliği, Nietzsche tarafından belirtildiği üzere, metafizikselfelsefi düsünmenin olanaklarını tüketir, çünkü insan simdi tüm seylerin mutlak ölçütü hâline gelir. Hiçbir sey askın değildir, hiçbir sey ebedi değildir, hiçbir sey insanın hüküm alanının ötesinde değildir. Leo Strauss, diğer bir bağlamda Heidegger’i destekler.

Strauss sunları söyler:
Nietzsche’den sonra, güç istemi felsefesinde esas güçlük, sonsuzluk düsüncesinden vazgeçmeye neden oldu. Modern düsüncede, en radikal tarihselcilikte yani sonsuzluk düsüncesine ilgisizliği açıkça kınamada, en yüksek kendi bilinçlilik olan sonuna ulasır.

Çünkü kaderi yenmek, doğanın sahibi ve efendisi hâline gelmek, kesinlikle mutlak olma girisimi için, sonsuzluğu unutmak ya da insanın en derin arzularından ve hemen ilk sorundan uzaklasmak baslangıçtan beri modern insanın ödemesi gereken bir ücrettir.

Mutlak düsünce ve nedensiz akıl dönemi Hegel’in düsüncesiyle sonlanmasına rağmen, Nietzsche’nin metafiziği modern insanın sadece dünyayı yapmakla ve kendisini açık hâle getirmekle değil fakat aynı zamanda onun (insanın) taleplerini yerine getirmek için onu (dünyayı) zorla yönlendirmekle de ilgili olduğunu gösterir (bakınız Marx, Dewey). Heidegger’e göre Nietzsche en son metafizikçi ve en son filozoftur, çünkü felsefe tarihi, en azından potansiyel olarak insanın mutlak egemenlik amacını basarmasıyla sonlanmaktadır. Batı düsüncesinin amacı olan özgürlük, insanın arzuladığı sekilde dünyayı yok eden özgürlük olarak kazanılır.

Heidegger felsefeyi Batı fenomeni olarak görür; sadece Batılı insanın düsüncesi dünyayı, insanoğlunun Gücünün artması için ham madde kaynağı olarak görerek sonlanmaktadır.

Böylece Ren Nehri hidro-elektrik gücü, Rocky dağları da killi kistten elde edilmis petrol rezervleri olarak ortaya çıkarılır. Dünyanın kalanının simdi “Batılasmıs” hâle gelmesi sadece dünyayı kavramamızla serbest bırakılan en büyük gücü gösterir; bizimkilerden farklı olan kültürler “ilkel ve bos inançlara inanan” olarak yorumlanır ve genellikle onlara zarar verilir, daha sonra onlar (bu kültürler) insanlarını “iyilesmeleri” için yeniden sekillendirilir. Fakat Heidegger felsefenin sonlanmakta olduğunu söylemekle düsüncenin sonlanmakta olduğunu söylemez. Gerçekte insanın Varlığı hakkındaki temel düsünce hatta henüz baslamadı bile.9 Bu yeni düsünce formunun almak zorunda olduğu sey, eğer felsefe-bilim-teknolojinin öznelci düsüncesinin ötesine geçerse açık olamaz. Fakat Heidegger yeni yolun “varlıkların olmasına izin veren”, yani onların kendilerini tüm güçlü Özneler için sadece obje olarak değil, kendi varlığında ve değerinde kendilerini belirtmesi/açması gerektiğini gösterir.

Evreni açığa çıkartma, Gücümüzün artısı için bilinebilen ve kontrol edilebilen kaynak sahası olarak belirlenirse, felsefe bütünüyle “rasyonel” teknoloji dünyasını mümkün hâle getirme amacına ulastığı sürece onun sonlanabileceğini görmekteyiz. Böylece teknoloji matematiksel fizik ve insanoğlunun ve Doğanın kontrolüyle birlestiren tüm çesitli teknikler olarak belirli teknoloji örneklerini olanaklı kılan dünyayı anlamaya karsılık gelip. Fakat felsefenin kültürü elestiren ve ileri süren bir fonksiyona sahip olduğu da söylenebilir. Buna karsılık, teknolojik kültür kendini-yansıtmak için bir gereksinme duymadığı sürece felsefenin bu önemli amacının sonlanması da ortaya çıkacaktır.

Teknolojik kültürün dünyayı anlama yolunun sadece rasyonel (doğru) bir biçimde olduğu süphesizce kesindir. Teknolojik kültürün islenmeye hazır güçleri dünyayı anlamanın ve dünya ile çalısmanın diğer yollarının en iyi hâlde sasırtıcı, en kötü hâlde anlamsız olarak yönünü değistirdiği böylesi acayip sonuçları elde eder.

Amerikalılara göre anlasılması en güç sey, dünyanın teknik anlamasını tarafsız bir anlama olmadığıdır; o sadece politik ve sosyal projelerimiz için “hizmetçi” görevini yapan teknikleri sağlamaz. Jürgen Habermas’ın isaret ettiği üzere, teknoloji bir çesit ideolojidir. Dnsana pasif bir hizmetçi olmaktan çok uzak olan o (teknoloji) kendisinin sonu hâline gelir.10 Gerçek politik eylem (praxis) yavas yavas, teknolojik dünyanın kendi kendini yükseltme eylemi karsısında gücünü ve anlamını kaybeder. Bir zamanlar toplumun egemen yapıları olan sosyal ve politik kurumlar, teknolojinin kendi kendisine yetki verme etkinliği içinde uygun “yer” bulmak için hızlı bir biçimde yeniden belirlenmis hâle gelir. Bu kültürün basarılarını iyi bildiğimiz ve çok daha fazla Güç olusturmaya kendimizi kaptırdığımız için, biz Amerikalılar teknolojinin ideolojik karakteriyle çoğunlukla kör edilmekteyiz. Bize göre, bilim ve teknolojik becerilerin elestirisi, insan yasamının yüceltilmesini anladığımız bir Süreç’in elestirisidir. Son zamanlara kadair çoğumuzda Doğanın bütün kontrolünde her denemenin, felaket olacağı kanıtı olusmadı.

Marksist ve Freudçu düsünceyle iliski kurduğu için, bu ülkedeki profesyonel felsefeciler tarafından çoğunlukla reddedilen Herbert Marcuse, modern dünyanın doğru totoliterizminin açık bir sekilde politik olmadığı, çünkü politikanın çoktan beri çok uluslu anonim sirketlerin hemen hemen zapt edilemeyen güçlerini ve gerçekte kavranılmaz olana uygun olarak böylesi büyük kartelleri içinde bulunduran teknolojik kültürün ardı arkası kesilmeyen isteklerini boyun eğerek selamladığı (düsüncesinde) hem Habermas hem de Heidegger ile hem fikirdir. Teknoloji sadece teknolojik arastırmalar tarafından mümkün hâle getirilen belirli becerilerden bahsetmez, fakat daha çok teknolojinin kendi kendini ayarlama amaçlarına uygun olarak dünyayı hakim olunacak ve kendi çıkarları için kullanılacak bir yer olarak gören öznelci tutumun da ismini koyar.

Dnsan varlığı dünyanın bir parçası olduğu sürece onlar ve belki de onların büyük çoğunluğu da kontrol edilmelidir çünkü onlar önceden bilinemezler ve bu yüzden teknolojik devletin sorunsuz fonksiyonlarına potansiyel olarak çok zararlıdırlar. Böylece modern endüstriyel devlet aslında totaliterdir, çünkü o aslında mal (esya) olarak bakılan ve böylece de onlar için düsünülen ve teknolojinin ihtiyaçlarına dayandırılan yoldan baska bir sekilde varolusunu algılayamayan insan varlıkları üretir. Gerçekte, yasamın simdiki sekline (tarzına) alternatifler “irrasyonel” ya da “uygulanamaz” olarak reddedilir. Hatta “devrimler” ve ayaklanmalar kolaylıkla sisteme değisiklik yanılsaması üreten “yenilikler” olarak dahil edilir.11 Teknolojik kültür tüm aktivitelerini kendisini güçlendiren ve arttıran değismezliğe akıtmayı amaçlar.

Bu noktaya ulasıncaya kadar, egemenlik -özgürlük ve refah görünüsünde- kisisel ve toplumsal varolusun tüm alanlarına uzar, tüm otantik karsıtlıklarla bütünlesir, tüm alternatifleri içine çeker. Toplumun, doğanın, zihin ve bedenin, bu evrenin savunulması için daimi bir seferberlik durumunda tuttuğu tamamen totaliter bir evren yaratarak, teknolojik akılcılık daha iyi bir egemenliğin büyük bir amacı hâline getirdiği için, o politik karakterini gösterir.

Teknolojik hâle gelen bir kültür olarak anlasıldığı için Amerika Birlesik Devletleri’nde profesyonel felsefecilerin rolü nedir? Pragmatik hareketin vefatından sonra, Amerikan felsefesine, hemen hemen tamamiyle Dngiliz üniversitelerindeki gelismelerle yol gösterildi. Dngiltere’de yüzyılın dönüsünü söylemek haricinde bu tarihi (dönemi) hatırlamaya ihtiyaç yoktur, asırı idealizme karsı bir tepki vardı ve felsefenin artık düsünce sistemi olusturmak için arastırma yapmadığı, fakat ya gerçek bilgiyi elde etmek için sadece geçerli bir yol olan bilimin hizmetçisi olması gerektiği ya da dikkatli ve yöntemsel dil analizi: felsefi dilsel vasıtasıyla kendi kendini mümkün olduğu kadar “bilimsel”hâle getirdiği inancı ortaya çıktı. Dngiltere’de ve Amerika Birlesik Devletleri’nde felsefi ihtisam günlerinin son olduğu söylenir ve aslında aynı nedenler, tıpkı felsefenin sonunun Heidegger’in ilanının temelinde bulunduğu gibi, bu ilanın temelinin altında yatar.

Yani söyle ki, Hegel’den sonra, bir filozofun “sistem” olusturarak yapabileceği baska hiçbir sey yoktu; mutlak bilgi denenmisti ve istenen bulunmustu. Temelsiz spekülasyon gibi görünen sey, bilim tarafından kaydedilen emsalsiz zafer karsısında kolaylıkla terk edildi. Teknolojik kültür artık rasyonel elestiriye gereksinim duymaz, çünkü böyle bir kültür bilimlerde ve onların teknik uygulamalarında sergilendiği için kendi kendisinin Aklın isteklerine göre her seyi birlestirdiğine inanır. Bu nedenle, ABD’de felsefe için sürdürülebilir/uygulanabilir bir rol yoktur; kültürümüz elestiricilik için bir yere sahip değildir. Kültürün kendisinin doğanın problemi dısında, her anlasılabilir problem ile rasyonel olarak ilgilenmek için kararlastırılan uzmanlar vardır.

Kültürel elestiricilik, simdiki dünyanın vatandasları lehinde tüm insanlık basarılarını nasıl engelleyeceğini kanıtlayarak daha iyi bir dünya seklini kesfetmeyi amaçlayan bir çesit felsefi aktivitedir. Teknolojik kültür, görünüste insanlığın hizmetinde olan kendi gücünün basarılarına doğru öylesine bütünsel tarzda organize edilmistir ki söz konusu kültürü elestirmek, insanın iyi amaçlarını çökerten bir girisim olarak değerlendirilir.
Teknolojik kültür kendi kendisinin gerçekte, teorikte değil, Aklın kendisinin göstergesi olduğuna inanır. Ve bütünüyle maddenin olusturulmus dağılımında öyle iyi bir biçimde ortaya koyulduğu için, bu belli ussallık, is, hükümet, eğitim sistemleri vb. gibi çesitli “sektörler” arasındaki iliskiyi dikkatli bir biçimde olusturdu. Marcuse’nin isaret ettiği üzere, bu açık ussallık, teknolojik kültürün ana irrasyonalitesini gizler. O (ussallık) artık kendi kendisini anlayamadığı ve artık kültürün amacının, kendi gücünün ve varlığının ilerlemesini sağlama hâline geldiğini fark edemediği için, ussal değildir. Onun (ussallık) varolmak için tek ussal yol olduğuna inanmaya yol açarak kültürümüz ile tatmin edileceğimizi bize öğretir. Çünkü teknolojik kültür tüm önemli soruları –insan kimdir?- insan kendi “gelismesi” uğruna eğitilmeye, anlasılmaya ve kontrol edilmeye ihtiyaç duyan doğal bir varlıktan daha fazla bir sey değildir diyerek yanıtlar. Böylece insan, diğer herhangi bir sey gibi kontrol edilmesi gereken bir sey hâline gelir. Gerçek özgürlük, toplumun sonsuz fonksiyonları için bir statü gibi bir seyin kabulü hâline gelir.

Davranıssal mühendislik, bu kültüre “yararlı” sayılan bir biçimde davranmak için bu kültürün anormal üyelerini mecbur eden araçları, çok ince olmayan fakat ince araçlar vasıtasıyla, bulan kültürün isteklerinin göstergesidir.

ABD’deki profesyonel felsefeciler genel olarak, kültürel elestiri görevinden vazgeçmektedirler, çünkü onlar kültürümüzün zaten en iyi ussal yöntemi olan bilime dayandığına inanırlar. Felsefe artık insan kimdir gibi böylesi acayip sorularla kendi kendine ilgilenmez, çünkü bu sorunun yanıtını zaten biliyoruz. Spekülasyon çağı ve temel soruların ortaya atılması sonlanmakta, çünkü insan yasamıyla ne yapacağını belirleyen saf düsünceden daha iyi bir yöntem vardır. Teknolojik dünya anlayısıyla serbest bırakılan muazzam güçlerin basarısı karsısında, felsefe kültür içindeki kendi görevine tekrar değer biçti ve onun ne bir yetenek ne de sorumluluk ne de temel ve tam kültürel elestiriyi kanıtlama arzusu olduğuna karar verdi. Kesinlikle kürtaj, savas, kadın hakları vs. gibi “en son” ahlâkî sorunlarla ilgilenen felsefi dergilerde tartısmalar vardır. Fakat bu tartısmalar, böylesi sorunların insanın doğası temel sorusuna kadar geri götürmeyi reddeden boyutta temelsiz kalır. “Herkes” belli yanıtı zaten bildiği için böylesi bir sorunun ortaya çıkmasını hiç kimse istemez. Dnsan, makine teknolojisiyle elde edilebilir kontrol yöntemleriyle en iyi karsılanan gereksinmeleri olan doğal bir varlıktır. Bu nedenle ahlâk soruları, teknolojik kültürün kendisini güçlendirme ve devam ettirme hizmetine göre kontrol basarısı olan çok önemli bir değere (doğru) azaltılmaktadır. Ahlâk sorunlar simdi kültürün Gücü’nün gelismesi için gerekli olan seyin temeli üzerinde belirlenmelidir.
Her ne kültürü zayıflatırsa, yani her ne onun gelismesinin gereksinmelerine uygun görünmezse, o irrasyonel ve böylece de “çok kötü” sayılır.
Tabi ki, bir kisi, yansımayı ve elestiriyi böylesine basarılı bir biçimde reddeden bir kültür içinde profesyonel felsefecilerin kültürel elestiricisi olduğunu azlıkla düsünebilir.

Felsefenin kendisinin baska bir “sektör” ya da teknolojik toplum içinde “tek bir is yapma alanı” hâline gelmesi, onun pratisyenlerinin radikal yansımasının değersiz ve irrasyonel olduğu zayıf baskısına yenik düsmesi kaçınılmazdır, çünkü saf yansıma olmayan teknolojik düsünme, insan kimdir ve onun ne yapması gerektiğini (sorularını) en iyi olanak sekilde yanıtlamaktadır. Diğer taraftan o hâlde, felsefenin sonu geldiğini söylemek öznelci düsünmenin bütün olanaklarının en iyi bir sekilde sonlandığı anlamına gelir, çünkü bizler bu çesit bir düsünmeyle olanaklı hâle getirilen dünyada yasıyoruz.

Diğer taraftan, felsefenin sonu Sokrates’in döneminden beri felsefeye ait olan elestirel düsünmenin sonundan bahseder. Dçinde yasadığımız dünya böyle aktiviteleri sadece saçma değil, fakat aynı zamanda irrasyonel hâle getirir. Felsefe bir zamanlar sahip olduğu genel elestirel ve yapıcı fonksiyonu olmaksızın tamamlanır ve hayatta kalması için onun kendisi için “bir çalısma alanı” olusturması gerektiğini belirler; o (felsefe) “gerçek” bilginin formları olan bilimle paralel gibi görünen bir “disiplin” hâline gelmelidir.

Felsefe kendi profesyonel üyelerinin dısındaki herhangi birisine yetersiz bir ilgiyle analiz olur.
Amerika Birlesik Devletleri’nde filozofun öneme sahip olmadığını iddia etmek (örneğin en profesyonel filozoflar yarın ortadan kaybolsaydı, ülke hemen hemen az bir gelismeyi kaçırırdı) özerklik idealinin kültürümüzde canlılığını kaybettiği anlamına gelir. Çünkü özerklik sürekli kendi kendine-elestirel değer biçmeyi, asırı yansımayı talep eder. Bu aktivite (kendi kendine-elestirel değer biçme) kendisini ve insanın doğasını belirleme görevinin sonuna geldiğine hüküm veren bir kültür içinde yer alamaz.

Bilinçli olmayan, yansımalı/refleksiyonlu düsünmeyen kültürün vatandaslarının gerçek bir biçimde özerk varlıklar olacakları güçlükle düsünülebilir. Filozofun elestirel düsünmesine, bir kültüre yol gösteren ve genellikle yanlıs bir sekilde yol gösteren temel varsayımları açığa çıkarmayı arastıran düsünürlere yas tutmayanların, hatta felsefenin “olgunlasma” sının bir kanıtı olarak onun uygun “sınırlar”ının felsefe tarafından tanınması olarak sona ermesini alkıslayanların, derin düsünmeyen, elestirel olmayan ve bu boyutta daha az insanî boyuta gelen bir kültürün temsilcisi olduğunu öğrenmekten gurur duyulmaz.

25 Aralık 2011 Pazar

Bunları Dünya'da bir terk Türkler yapar

Biz Türkler diğer milletlerden farklı insanlarız. Özellikle de yurtdışında bu farklılığımız göze batacak cinsten.
Aşağıda yazmış olduğumuz yazıda bütün Dünyada Türkleri diğer milletlerden ayıran özellikleri yazmış bulunuyoruz. Bu nedenle Yurt dışında Türkleri şu özellikleri tanıyabilirsiniz:

Bunları Dünya'da bir terk Türkler yapar :

- Sigarayı çoraba veya kulak arkasına koymak.
- Neredeyse herkese, herseye takma isim bulmak.
- "Senin paran burda geçmez!" deyip karşıdakinin eline sarılmak.
- Paraları cüzdana veya cebe koyarken Atatürklerin aynı tarafa gelmesine dikkat etmek
- Düğün, lokanta, vb. gibi yerlerde masaları birleştirerek oturmak.
- Otobüs, uçak, hastane, vb. gibi cep telefonu kullanmanın yasak olduğu yerlerde gizli gizli cep telefonu ile konuşmak.
- Yüzsüzce rüşvet istedikten sonra abartıp "Helal et!" demek.
- "Nerelisin?" sorusuna cevap aldıktan sonra otomatikman "içinden mi?" diye sormak.
- Gelin - Kaynana çekişmesi
- Yürüyüş veya dolaşma esnasında eline tesbih, deynek, sopa, vb.almak.
- Yabancı dil öğrenirken önce küfürleri öğrenmek, yabancılara Türkçe öğretirken önce küfürleri öğretmek.
- Büyüklerin yanında sigara - içki içmemek, bacak bacak üstüne atamamak.
- Japonları kastederek "Adamlar yapmış abi!" demek.
- Ortaokul ve lisedeki anı - hatıra defterlerine yazarken "bana kalbin kadar temiz bu sayfayı ayırdığın için..." diye başlamak
- "Bizim askerdeyken bir çavus vardı..." diye başlayan ve hiç bitmeyen askerlik anıları.
- "Geldiniz mi?" veya "Siz mi geldiniz?" gibi gereksiz sorular. "Kim o?" sorusuna "Ben!" diye cevap vermek
- Telefonu açan kişiye kendini tanıtmadan "Orası neresi?" veya "Sen kimsin?" gibi sorular sormak.
- Düğünlerdeki takı merasimleri.
- Disconun ortasında çoraptan sigara çıkartmak
- Discoya siyah kumaş pantolon ve üstüne beyaz gömlek giyip gelmek, ve akabininde discoda bulunan kızları dikkatle incelemeye almak
- Havaalanları ve kara sınırlarındaki arama kontrol noktalarında herkes kilitli ve plastik yeni bavullarla seyahat ederken eğer birileri son model bavulunu bile iple bağlamak
- Mini etek giymiş bir kız, restoranda ya da bir cafeye oturunca bacak bacak üstüne attığında mini eteğini aşağıya doğru çekiştirmeye başlarsa… ( madem kapatacaktın da neden mini giydin değil mi?)
- Avrupa’da şehir merkezinin ortasında 4-5 tane erkek yan yana bağıra çağıra konuşarak yürümek
- Herkes kaldırımdan yürürken,özellikle yolun ortasında ısrarla yürümek
- Trafikte kırmızı ışıkta beklerken sarı ışık yanar yanmaz arkadaki arabanın kornaya görmedik gibi basmak
- Discoda bir köşe başında durup elinde bira şişesiyle kafası bir kilo jöleli, favorileri şekilli bi şekilde durup orada bulunan direğe İkinci direklik etmek.
- Discoda millet dans pistinde deliler gibi çıldırıp eğlenirken bir tanesi orada takım elbiseyle bir eli cepte bir eli havada boks yapar gibi bir şey yapmak (ki buna dans etmeye çalışmak da diyebiliriz).
- Discoda durduğu yerde uzaklarda bir yerlerde bir tanıdığını arıyormuş gibi bir sağına bir soluna,oradan da uzak noktalara bakıyorsa
- Saçında abartısız 1 kg jöle ile saçını yapıştırmışsa ve de bu durumdan çok hoşnut bir şekilde sokaklarda dolaşıyorsa. Bilin ki bu kişi %100 öz be öz Türktür.

Bu cevap hiç unutulmayacak!

Hakkâri Çukurca'daki terör saldırısında şehit düşen 24 askerden biri olan Jandarma Komando Er Mehmet Çetin'in ailesi herkesi hüzünlendirdi.

Aydın Ticaret Odası (AYTO) yönetimi, 19 Ekim'de Hakkâri Çukurca'daki terör saldırısında şehit düşen 24 askerden biri olan Jandarma Komando Er Mehmet Çetin'in, Nazilli'nin Beğerli Köyü'ndeki ailesini ziyaret etti. Ailenin acısını paylaşıp taziye dileklerini yineleyen oda yöneticileri, 2 bin lira nakdi yardımda bulunmak istedi. Aile ise "Bizden daha çok ihtiyacı olan var" diyerek yardımı reddetti.

Habertürk'ün haberine göre, 5 çocuğundan en küçüğünü şehit veren Şerife ve Bekir Çetin çifti, AYTO Meclis Başkanı Mustafa Ali Parmaksız'ın
uzattığı zarfı geri çevirdi. Çobanlık ve hayvancılık yaparak geçimini sağlamaya çalışan acılı aile, maddi durumları iyi olmamasına ağmen yardımın kendilerinden daha zor durumda olan vatandaşlara verilmesini istedi.

Şehit babası Bekir Çetin, "Sağ olun, ziyaret ederek acımızı paylaşmanız bizim için gerçekten önemli. Oğlum vatan borcunu öderken şehit düştü. Vatan sağ olsun" dedi.

Şehit ailesinin bu onurlu davranışı karşısında duygulanan oda yöneticileri, ülkenin böylesine duyarlı ve onurlu kişiler sayesinde ayakta kaldığını belirtti. Kışın Beğerli Köyü'ndeki evde yaşayan şehit ailesi, acı haberi o dönemde bulundukları köyden 4 kilometre yükseklikteki dağlık alanda, elektrik ve suyu olmayan baraka tipi evlerinde almıştı.